Acı frenle sarsılıp duran otobüsün homurtusuna sekiz on çocuk koştu. Ellerinde çantalar, keseler, başlarında şapka vardı çocukların. Genzimi tıkayan zehirli dumanı yutkunurken sordum:
-Okula mı gidiyorsun?
Okul karşıda iki ağartı hâlinde görünüyordu. Çocuklardan birisi beyaz binaya döndü, "He ya!" dedi.
Onlara öğretmen olarak geldiğimi söyledim.
Bavulları, çantamı, daktilomu, eşyamı kucakladılar:
-Sen tasalanma öğretmenim, biz taşırız...
Yedek subaylık görevimi öğretmen olarak yapacaktım. İlk defa öğrencilerden "Öğretmenim" sözünü işitiyordum. Hiç unutmayacağım bu sesi. Bu beni saran, bir hüzünlü şarkı gibi içime işleyen sesi unutmayacağım.
-Öğretmenim!
Sesimin titrediğini çocuklar duymasın diye teşekkür etmedim. Şoför "Eyvallah" dedi, el salladım, yaşaran gözlerimi köye çevirdim.
Köy yeni uyanır durumdaydı. Bozkırda bir boz lekeye benzeyen ev topluluğunun üzerine kara bulutlar çökmüştü. Kırbaç gibi yüzüme çarpan rüzgâr ve rüzgârın emrinde yağmur tanecikleri vardı. Bir gün önce yağmur yağmıştı. Vurduk tarlalardan...
Saat sabah 8.30'a geliyordu. Öğrenciler toplanmaya başlamıştı. Soran, cevap isteyen garip bakışlar altında ayağımın çamurunu sivri taşlara sildim. Duvarsız avluda bir oraya bir buraya uçuşan kâğıt parçalarına ve köye bir daha baktım.
-Aman, demişlerdi, felâkete uğramaksa bu kadar olur. Dikili ağaca vurgunsan, özleminden ölürsün. İlâç için bir yeşillik yoktur. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir çöl ova...
Konya ilinde yüzlerce kişiye sordum, Yunak'ın Saray köyünü. Kimse bilmiyordu. Bilenin de söylediği bunlardı. Sekiz yüze yakın yedek subay öğretmen arkadaş birbirimize soruyorduk. Kimi iyi yerlere düşmüştü, sevinçliydi. Benim bağlı bulunduğum ilçenin haritalarda yeri yoktu. 1953'te ilçe yapılmıştı. Haritada yerini bulamayanların dilinden Eş- ref'in şu dizesi düşmüyordu:
"Kaza ile kaza olmuş bizim Yunak kazası... "
Yorgundum, uykusuzdum, sabırsızdım. Hava soğuktu, üşüyordum. Benden önce göreve başlayan Mehmet Duran, çay sunarken utançlı gibiydi.
-Çay kötüdür ama kusura bakmayın. Buranın suyu biraz acıdır da... Biraz da kireçli midir ne, bir türlü iyi çay yapamayız. Üç şeker yeter mi?
İki şeker istedim, üç koydu. Yudumladım, çayın deminde ayrı bir acılık vardı. Bir şeker daha attım, ardından bir beşincisi geldi...
Çekecektik, kanuna ve kadere boynumuz kıldan inceydi. Yaşamak zorundaydık, yaşayacaktık. Buralarda yaşayanlar da can taşıyorlardı. Onlar da insandı.
Bir çırpıda yurdun en ücra köşelerine kadar dağılan on iki bin beş yüz yedek subay öğretmen, bütün öğretmenler aynı durumdaydı. Bu memleketi tanıyacaktık, karanlığı aydınlatan on binlerce öğretmen aynı durumdaydı. Bu memleketi sevecektik. Tanıyarak sevmenin mutluluğuna varacaktık.
Goethe, "Gençler, vaktinizi ziyan ediyorsunuz." diyordu.
Bizler zamanımızı değerlendirecektik.
Tahir Kutsi MAKAL
Create your
podcast in
minutes
It is Free